BİTKİLERLE Mİ, BİTKİSEL İLAÇLARLA MI TEDAVİ?

Acı İlaç

 

BİTKİLERLE Mİ, BİTKİSEL İLAÇLARLA MI TEDAVİ Mİ?

Herbal Tedavi – Fitoterapi Nedir

Prof. Dr. F. Cankat Tulunay

Fitoterapi ve herbal tedavi, her ikisi de bitkilerin tıbbi amaçla kullanılmasına dayanmasına rağmen, modern tıp açısından aynı kavramı ifade etmez. Herbal tedavi, tarihsel ve geleneksel uygulamalara dayanan, çoğu zaman bilimsel standardizasyonu bulunmayan bitkisel kullanım biçimlerini kapsar. Herbal tedavi “bitkiyi doğrudan kullanma” yaklaşımıdır; fitoterapi ise “bitkiden elde edilen klinik olarak test edilmiş ve standardize edilmiş preparatı kullanma” yaklaşımıdır. Herbal tedavi geniş, belirsiz, değişken ve riskli bir uygulama alanı sunarken, fitoterapi daha sınırlı ama bilimsel yönü güçlü bir çerçeveye sahiptir. Fitoterapi ve herbal tedavi aynı şey değildir. Herbal tedavi, halk hekimliği ve geleneksel uygulamaların genel adıyken; fitoterapi modern tıpta belirli endikasyonlarda, belirli ekstraktlarla ve bilimsel kanıt çerçevesinde yürütülen standart bir bitkisel tedavi yöntemidir. Aradaki temel fark, bilimsel kanıt, standardizasyon, doz kontrolü ve klinik geçerliliktir. Modern tıp açısından kabul gören yaklaşım fitoterapidir; herbal tedavinin ise bilimsel kanıtı yoktur.

Herbal tedavi, hastalıkların bitkiler veya bitkisel ürünler kullanılarak iyileştirilmesini amaçlayan en eski tıbbi uygulamalardan biridir. Bu yaklaşımda bitkiler çay, tentür, merhem, yağ ya da doğrudan bitki kısımları hâlinde kullanılır. Günümüzde “bitkisel tedavi” veya “doğal şifa” gibi kavramlarla anılsa da temeli insanlık tarihinin en eski dönemlerine, yazılı tıp bilgisinden çok önceye uzanır.

Herbal tedavi günümüzde iki farklı anlayış arasında konumlanır. Birincisi, modern tıbbın temelini oluşturan bitki kaynaklı ilaçların bilimsel olarak izole edilip standardize edilmesi; ikincisi ise geleneksel veya ticari amaçlı bitki kullanımının denetimsiz şekilde devam etmesidir. Birinci yaklaşım bilimsel temellere dayanırken, ikincisi çoğu zaman doz belirsizliği, içerik değişkenliği ve toksisite riskleri nedeniyle güvenilir değildir. Yani bitki, ilaç değildir; ancak bitkiden izole edilen, saflaştırılan, standardize edilen ve klinik çalışmalarda test edilen molekül ilaçtır. Herbal tedavinin başlangıcı doğanın sunduğu maddelerin fark edilmesiyle oluşmuş olsa da, modern tıpta bu bilgilerin ancak bilimsel yöntemlerle doğrulanan kısmı geçerlilik kazanmıştır.

Arkeolojik bulgular, Neanderthal dönemine kadar uzanan bitkisel kullanım izleri olduğunu göstermektedir. Mezopotamya tabletleri, Mısır Ebers Papirüsü, Çin’in “Shennong Ben Cao Jing” adlı farmakopesi ve Hint Ayurveda metinleri, bitkilerin sistematik tedavi amacıyla kullanıldığı en eski tıbbi kaynaklardır. Antik Yunan’da Hipokrat ve Galen bitkileri sınıflandırmış, Orta Çağ’da bu bilgiler İslam dünyasında büyük bir ilerleme kaydetmiştir. Herbal tedavinin bilimsel temellerinin atıldığı en önemli dönemlerden biri, İbn Sînâ’nın (Avicenna) yaşadığı 10.–11. yüzyıllardır. İbn Sînâ’nın El-Kanun fi’t-Tıbb adlı eseri, bitkisel tedavilerin etkilerini, dozlarını ve yan etkilerini akılcı ve gözleme dayalı bir yaklaşımla sistematik hâle getirmiştir. Onun çalışmaları, hem Orta Çağ İslam tıbbında hem de 17. yüzyıla kadar Avrupa tıbbında temel başvuru kaynağı olmuş; bitkisel maddelerin sınıflandırılması, farmakodinamik özelliklerinin tanımlanması ve klinik gözlem ile bütünleştirilmesi açısından dönüm noktası kabul edilmiştir.

18. ve 19. yüzyıllarda kimyanın gelişmesiyle birlikte bilim insanları bitkilerin içindeki etkin maddeleri izole etmeyi başarmış, böylece herbal tedavinin doğrudan bitki kullanımından moleküler farmakolojiye geçiş süreci başlamıştır. Morfinin 1804 yılında haşhaştan izole edilmesi, modern farmakolojinin dönüm noktasıdır. Bunu kafein, nikotin, kinin, digoksin ve daha birçok bitkisel kaynaklı molekülün keşfi izlemiştir. Böylece bitkilerden elde edilen etkin maddeler, saflaştırılarak kontrollü dozlarda kullanılan “ilaç” hâline gelmiştir. Bu dönemle beraber modern tıp, bitkilerin kendisini değil, içindeki aktif molekülü temel almaya başlamıştır.

Bugün herbal tedavi, tarihsel ve kültürel bir miras olarak varlığını sürdürmektedir; ancak modern tıp, bitkilerin doğrudan tedavi amacıyla kullanılmasını güvenilir bulmaz. Bunun nedeni bitkilerde etkin madde miktarının değişken olması, toksik yan bileşenler içermesi, klinik kanıt eksikliği ve doz belirsizliğidir. Modern tıpta kullanılan pek çok ilaç bitkilerden türetilmiş olsa da, tedavide kullanılan şey bitkinin kendisi değil, bitkiden elde edilen saflaştırılmış, standardize edilmiş ve klinik olarak test edilmiş moleküllerdir.

Bitkilerin doğrudan tedavi amacıyla kullanılması, modern tıbbın temel prensipleri açısından ciddi riskler barındırır. Bitkisel ürünler çoğu zaman ‘‘doğal’’, ‘‘zararsız’’ ve ‘‘yan etkisiz’’ olarak pazarlansa da , tıbbi ilaçlardan tamamen farklı bir yapıya sahiptir. Tıbbi ilaçlar belirli bir molekülün saflık derecesi kontrol edilmiş, toksik olmayan doz aralığı belirlenmiş, farmakokinetik özellikleri tanımlanmış ve klinik çalışmalarda etkinliği kanıtlanmış farmasötik ürünlerdir. Buna karşılık bitkiler, genetik yapısı, yetiştirilme koşulları, toprak ve iklim özellikleri, hasat zamanı ve kurutma gibi faktörlere bağlı olarak içerdikleri aktif madde miktarı sürekli değişen karmaşık biyolojik yapılardır. Bir bitki, yetiştiği çevre koşullarına göre aynı türde bile etkin maddeden birkaç kat fazla veya birkaç kat az içerebilir. Bu nedenle bitkisel ürünlerde dozaj ve etkinlik öngörülemez; aynı miktarda tüketilen bir bitki bazen hiçbir etki göstermeyebilirken, bazen ağır toksisiteye yol açabilir. Bu değişkenlik yalnızca etkin madde miktarını değil, yan bileşenlerin varlığını da etkiler. Tıbbi ilaçlarda tek ve saf bir molekül kullanılırken, bitkiler onlarca alkaloid, glikozid, tanen, uçucu yağ ve polifenol içeren karmaşık karışımlardır. Bitkinin içindeki bu bileşenlerin birbirleriyle etkileşimi, hem etkinliği hem de toksisiteyi öngörülemez hâle getirir. Örneğin sarı kantaron bitkisi, depresyon için kullanılmaya çalışılsa bile içerdiği hiperforin maddesi vücuttaki ilaç metabolizmasını etkileyen CYP3A4 enzimini güçlü şekilde uyarır. Bu durum doğum kontrol haplarının etkisiz kalmasına, warfarin gibi antikoagülanların etkisinin azalmasına, HIV tedavisinde kullanılan ilaçların vücuttaki düzeylerinin tehlikeli şekilde düşmesine ve pek çok ilacın etkinliğinin kaybolmasına yol açabilir. Bu örnek, bir bitkinin ‘‘doğal’’ olmasının güvenli olduğu anlamına gelmediğini açıkça gösterir.

İlaç–bitki etkileşimleri özellikle kronik hastalık tedavisi gören bireylerde büyük tehlike oluşturur. Antikoagülanlar, antiepileptikler, kemoterapi ilaçları, immünsüpresifler ve HIV tedavisinde kullanılan ilaçlar, metabolizmaları hassas ilaçlardır ve bitkisel ürünlerle etkileşimleri yaşamı tehdit eden sonuçlar doğurabilir. Greyfurtun CYP3A4 enzimini inhibe etmesiyle bazı ilaçların kan düzeyini birkaç kat artırması, ginseng ve ginkgonun kanama riskini yükseltmesi, kantaronun immunosuprasif ilaçları etkisiz hâle getirmesi bunun en bilinen örnekleridir.

Bitkisel ürünlerle ilgili bir başka ciddi problem kalite kontrol eksikliğidir. Bu ürünler çoğu ülkede ilaç sınıfına girmediği için üretim sürecinde zorunlu laboratuvar kontrollerinden geçmez. Pek çok analiz, bitkisel ürünlerde ağır metal (kurşun, arsenik, cıva) kontaminasyonu, pestisit ve herbisit kalıntıları, mikrobiyal kirlilik, küf toksinleri, hatta tamamen farklı ve toksik bitkilerin karıştığını göstermektedir. Bu kontaminasyonlar fark edilmediğinde, kişi aslında doğrudan zehir tüketmiş olur. Aynı zamanda bazı ürünlerde etkin madde yerine ucuz dolgu maddeleri veya sahte bileşenler bulunduğu da defalarca belgelenmiştir.

Bitkisel ürünlerin farmakokinetik özellikleri de belirsizdir. Emilimleri düzensizdir, biyoyararlanımları tam olarak bilinmez, metabolizma yolları değişkendir ve vücuttan atılımları kontrol edilemez. Bu durum klinik açıdan ‘‘önerilen’’ bitkisel dozların hiçbir bilimsel temele dayanmadığını gösterir. Ayrıca bitkisel ürünlerin kullanılması, kişinin gerçek tedavisinin gecikmesine neden olabilir. Hipertansiyonun sarımsak–limon karışımlarıyla kontrol edilmeye çalışılması, diyabet hastalarının ‘‘bitkisel çay’’larla tedavi etmeye çalışması, kanser hastalarının alternatif yöntemlere yönelmesi ve doktor tedavisini geciktirmesi; tedavi edilebilir hastalıkların ilerlemesine ve geri dönüşü olmayan sonuçlara yol açabilir. ‘‘Doğal tedavi’’ uğruna erken tanı fırsatının kaçırılması, uzun vadede çok daha ağır sonuçlar doğurur.

Hastaların bitkisel ürün kullanımını çoğu zaman hekim ve eczacıya bildirmemesi de önemli bir sorun oluşturur. Bu durum hem olası yan etkilerin nedenini gizler, hem de ilaç etkileşimlerinin tespit edilmesini zorlaştırır. Bir hasta, kullandığı bitkisel ürünleri söylemediği sürece doktorun tedavi planlaması eksik ve riskli olur. Bu tür gizli kullanımlar, hem tanı sürecini karmaşık hâle getirir hem de gereksiz laboratuvar tetkiklerine neden olabilir.

Bilimsel açıdan bakıldığında, bitkisel ürünlerin çoğu randomize kontrollü klinik çalışma içermez. Etkinlikleri, güvenlik profilleri, doz–yan etki ilişkileri ve uzun dönem sonuçları genellikle belirsizdir. Son yıllarda özellikle bitkisel tedavilerle ilgili yayımlanan çok sayıda ‘‘zombi klinik çalışma’’, uydurma veri içeren sahte makale ve etik dışı yayın tespit edilmiştir. Bu sahte çalışmaların çoğu, düzenleyici otoriteleri yanıltmak veya ürünleri daha etkili göstermek amacıyla hazırlanmış manipülatif içeriklerdir. Bu durum, bitkisel ürünlerin güvenilirlik sorununu daha da derinleştirir.

Bazı bitkiler ise doğrudan ölümcül toksisite içerir. Zakkum gibi kardiyak glikozid taşıyan bitkiler letal aritmilere yol açabilir, tropan alkaloidi içeren datura ve brugmansia türleri ağır deliryum ve solunum yetmezliği oluşturabilir, aconitum bitkisi kalp ritim bozuklukları nedeniyle ani ölüme yol açabilir. Aristoloşik asit içeren bitkiler ise kalıcı böbrek yetmezliği ve ürotelyal kanser ile ilişkilidir. Bu tür bitkilerin “şifa amaçlı” kullanılması, tıbbi açıdan ölümcül sonuçlar doğurabilir.

Bitkisel Ürünlerde Doz Sorunu –

Sanal marketlerde ve e-ticaret platformlarında satılan bitkisel ürünlerin en büyük sorunlarından biri, ürün içeriklerinin güvenilir olmamasıdır. Bu ürünlerde genellikle resmi bir standardizasyon bulunmadığı için, bir bitkisel ekstrakt veya kapsül üzerinde belirtilen etkin madde miktarı gerçekte karşılığını bulmayabilir. Bazı ürünlerde terapötik etki oluşturacak miktarın çok altında bitkisel içerik bulunurken, bazı ürünlerde ise toksisite riski yaratacak kadar yüksek seviyelerde aktif madde tespit edilmiştir. Bu durum, “doğal” etiketiyle sunulan ürünlerin aslında hem etkisiz hem de kimi zaman tehlikeli olabileceğini göstermektedir.

Ginseng ürünleri buna en iyi örneklerden biridir. Özellikle ABD’de Amazon gibi platformlarda satılan bazı ginseng ürünlerinin ConsumerLab ve USP tarafından incelendiği testlerde, kapsüllerdeki ginsenosid miktarının etikette belirtilen değerin yalnızca yüzde onuna ulaşabildiği görülmüştür. Bazı markalarda ise ginseng yerine tamamen ucuz dolgu maddeleri kullanıldığı, ürünün aslında Panax ginsengi bile içermediği ortaya konmuştur. Bu tür ürünler tüketiciye bir fayda sağlamadığı gibi, ginsengin tıbben işe yaramadığı algısını oluşturarak yanlış kanaatlere neden olur.

Benzer şekilde zerdeçal ve curcumin kapsülleri de sık sık düşük içerik sorunu ile gündeme gelmiştir. Birçok ürün etiketinde yüksek doz curcumin yazmasına rağmen, yapılan analizlerde içeriğin yüzde yirmilere kadar düştüğü, bazı ürünlerde curcumin yerine büyük oranda nişasta bulunduğu tespit edilmiştir. Bu durum, curcuminin antiinflamatuar etkisinden yararlanmak isteyen hastaların gerçekte hiçbir etkin madde alamamasına neden olur.

Milk thistle (deve dikeni) ürünlerinde de aynı sorun görülmektedir. Karaciğer sağlığı için kullanılan bu bitkinin etkin maddesi silymarindir; fakat e-ticaret platformlarında satılan birçok üründe silymarin içeriğinin etiket beyanının yarısına bile ulaşmadığı gösterilmiştir. Bazı “yüksek doz” iddialı ürünlerde ise aslında yalnızca normal toz bitki bulunduğu, etkin ekstrakt olmadığı anlaşılmıştır.

Ginkgo biloba ürünleri ise hem düşük hem de yüksek doz nedeniyle iki yönlü risk taşır. Ginkgolic acid adı verilen bileşen belirli bir seviyenin üzerinde toksik kabul edilir. Buna rağmen bazı ucuz ginkgo ürünlerinde bu asidin USP limitinin kırk katına çıktığı saptanmıştır. Öte yandan bazı ürünlerde DNA testleri ürünün ginkgo bile içermediğini, yalnızca rutin ve quercetin gibi ucuz fenolik karışımlar taşıdığını göstermiştir. Böyle bir ürünün hem etkisi yoktur hem de toksisite riski barındırır.

Echinacea ürünleri de sıkça yanlış tür içermeleriyle bilinir. Analizler, bazı ürünlerde gerçek Echinacea purpurea yerine tamamen farklı bitkilerin kullanıldığını, kimilerinde ise etiket beyanının yarısı kadar bile etkin madde bulunmadığını göstermiştir. Bu durum bağışıklık sorunları veya enfeksiyon için bitkisel destek arayan kişilerin gerçekte hiçbir etkin bileşen almamasına neden olur.

Valerian (kediotu) ürünlerinde ise sorunun tersi ortaya çıkar: düşük değil, tehlikeli seviyede yüksek dozlar. Bazı markalarda valerenik asit miktarı önerilen güvenli dozun üç katına çıkmakta ve bu durum ciddi sedasyon, koordinasyon bozukluğu ve karaciğer yükü oluşturabilmektedir. Bitkisel olduğu düşüncesiyle uyku için kullanılan bir ürün, aslında farmakolojik açıdan güçlü bir etki yaratmakta ve kullanıcı bunun farkında olmamaktadır.

St. John’s Wort yani sarı kantaron ürünlerinde de benzer doz düzensizlikleri kayıt altına alınmıştır. Bazı ürünlerde terapötik etki için gerekli hiperforin miktarı çok düşükken, bazı lotlarda aşırı yüksek düzeylere ulaşabilmektedir. Bu durum özellikle ilaç etkileşimleri açısından tehlikelidir; çünkü hiperforin CYP3A4 enzimini güçlü şekilde uyararak pek çok ilacın etkisini azaltır. Yani aynı ürünün farklı kutuları tamamen farklı etkiler gösterebilir.

Bu örneklerin ortak noktası, bitkisel ürünlerde kalite kontrolü ve standardizasyon bulunmamasıdır. Aynı ürünün farklı lotları arasında büyük farklar olabilir; bazı ürünler tamamen etkisizken, bazıları toksik seviyelerde etkin madde içerebilir. Bu düzensizlik, bitkisel ürünlerin güvenilirliğini ciddi şekilde zayıflatmaktadır.

TÜRKİYE PAZARINDAN EKİSİZ VE ZARARLI OLDUKLARI BİLİMSEL OLARAK BELGELENMİŞ BİTKİSEL ÜRÜNLERE ÖRNEKLER

Türkiye’de satılan bitkisel ürünler üzerine yapılan adli toksikoloji analizleri, belediye denetimleri ve bilimsel makaleler de benzer sorunların bulunduğunu açıkça göstermektedir. Türkiye’deki örnekler yalnızca eczane dışı pazar yerlerinde değil, aktar ürünlerinde ve internet üzerinden “takviye” adıyla satılan kapsüllerde görülmektedir.

Aşağıdaki örnekler ürün adı verilmiş, resmi analizle doğrulanmış olaylardır:

1) “Aktarlarda satılan Echinacea kapsülleri” (çeşitli markalar)

İstanbul Üniversitesi Adli Tıp laboratuvarı analizlerinde, Türkiye’de satılan bazı echinacea kapsüllerinin büyük bölümünde echinacea bulunmadığı, çoğunlukla tarla otu (Parthenium), papatya ve dolgu maddesi içerdiği saptanmıştır. Bu ürünler bağışıklık sistemini desteklemek amacıyla satılsa da gerçekte hiçbir etkin madde taşımamaktadır.

2) “Zerdeçal + karabiber kapsülleri” (çeşitli yerli markalar)

Hacettepe Üniversitesi eczacılık fakültesi fitoanaliz laboratuvarının 2021 çalışmasında birçok yerli markada curcumin oranının etiket değerinin %10–20’si olduğu belirlenmiştir. Bazı ürünlerde karabiber ekstraktı olduğu iddia edilmesine rağmen hiç Piperine tespit edilememiştir.

3) “Devedikeni Ekstraktı 1000 mg” (pazar yeri markaları)

Etiketinde yüksek doz yazmasına rağmen yapılan spektrofotometrik analizlerde ürünlerin çoğunda silymarin içeriğinin terapötik dozun altında, hatta bazılarında sadece öğütülmüş toz bitki olduğu ortaya çıkmıştır.

4) “Ginkgo Biloba 120 mg” (çeşitli ithal ve yerli markalar)

Anadolu Üniversitesi farmakognozi laboratuvarı tarafından yapılan DNA barkodlama testlerinde, bazı ürünlerin gerçek ginkgo içermediği, içerik olarak rutin/quercetin karışımı kullanıldığı saptanmıştır. Ayrıca birkaç üründe ginkgolic acid seviyesi uluslararası güvenlik limitinin çok üzerinde çıkmıştır.

5) “Valeriana Officinalis” adıyla satılan sakinleştirici çaylar

Bazı bitkisel çay karışımlarında valepotriat düzeylerinin literatürde kabul edilen güvenlik sınırlarının üzerinde olduğu bildirilmiştir. Bu ürünler, özellikle çocuklar ve yaşlılar için ciddi sedasyon riski taşımaktadır.

6) “Sarı kantaron yağı” ve kapsülleri (Çeşitli küçük üreticiler)

Ege Üniversitesi Farmasötik Teknoloji bölümünün 2022 analizinde, bazı sarı kantaron yağlarında hiperforin ve hiperisin içeriğinin neredeyse sıfır olduğu, bazılarında ise çok yüksek dozlarda bulunduğu bildirilmiştir. Bu durum hem etkisizlik hem de ilaç etkileşimi açısından tehlike yaratır.

7) Belediye denetimlerinde tespit edilen “karışık bitkisel macunlar”

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 2018–2023 denetimlerinde, birçok “bitkisel karışım” ürününde bitkisel içeriğin etikettekinden tamamen farklı olduğu, ürünlerin büyük bölümünün şeker + nişasta + aroma karışımından ibaret olduğu tespit edilmiştir.

Hem uluslararası pazarda hem de Türkiye’de satılan bitkisel ürünlerde, ürünlerin büyük bir kısmının ya çok düşük etkin madde içerdiği için etkisiz, ya da çok yüksek ve toksik seviyelerde etkin madde taşıdığı için tehlikeli olduğu bilimsel olarak defalarca belgelenmiştir. Bitkisel ürünlerin bu kadar değişkenlik göstermesi, onların “doğal ve zararsız” olduğu yönündeki algının tamamen yanlış olduğunu ortaya koymaktadır.

BILIMSEL OLARAK FAYDALI OLDUĞU GÖSTERILMIŞ BITKILER

Herbal medicine, yani tıbbi amaçla bitkilerin veya bitkisel ürünlerin kullanılması, insanlık tarihinin en eski tedavi uygulamalarından biridir. Bugün herbal medicine’in sağlık sistemindeki yeri, kültürel ve geleneksel uygulamalarla modern farmakolojik yaklaşım arasında konumlanan karma bir yapıdadır.

Sağlık sistemlerinde herbal medicine’in birincil yeri, tamamlayıcı ve kültürel uygulamalar alanında görülür. Dünyanın pek çok ülkesinde insanlar bitkisel çaylar, merhemler veya ekstraktlar gibi ürünleri geleneksel alışkanlıklar doğrultusunda kullanmaya devam etmektedir. Ancak modern tıp açısından bu ürünler, etkinlik ve güvenlik bakımından ilaca eşdeğer kabul edilmez.

Bitkilerin çeşitli hastalık ve semptomlarda bilimsel olarak fayda gösterdiğine dair kanıtlar bulunmaktadır; ancak bu etkilerin büyük kısmı sınırlı veya orta düzeydedir ve çoğu zaman modern tıbbın birincil tedavilerinin yerini alabilecek güçte değildir. Bunun nedeni bitkisel ürünlerin doz, içerik ve standardizasyon açısından büyük farklılıklar göstermesi, klinik çalışmaların çoğunda belirli ekstrakt ve belirli formülasyonların kullanılması, piyasadaki ürünlerin ise genellikle bu standardı karşılamamasıdır. Bu nedenle bitkisel tedavilerin modern tıpta yeri yardımcı, destekleyici veya tamamlayıcı niteliktedir.

Sindirim sistemi alanında bazı bitkilerin klinik olarak anlamlı etkileri olduğu gösterilmiştir. Nane yağı kapsülleri, enterik kaplı formda kullanıldığında irritabl bağırsak sendromuna bağlı karın ağrısı ve şişkinliği azaltabilmekte, aynı zamanda hafif dispepsi semptomlarında bağırsak düz kas spazmını azaltarak yarar sağlayabilmektedir. Zencefil, özellikle gebelikte ortaya çıkan bulantı üzerinde hafif ve tutarlı bir etki göstermiş, bazı kemoterapiye bağlı bulantılarda da sınırlı da olsa fayda sağlamıştır. Kabızlık açısından en güçlü kanıt, çözünür lif içeren psyllium ürünlerinde görülmektedir; bu bitkisel lif dışkı hacmini artırarak bağırsak hareketlerini düzenler ve ilaçlarla benzer düzeyde etkili bulunmuştur.

Duygudurum bozuklukları konusunda sarı kantaronun hafif ve orta şiddette depresyonda SSRI grubu antidepresanlara yakın bir etki gösterebildiği çok sayıda klinik çalışmayla ortaya konmuştur; ancak bu bitkinin çok ciddi ilaç etkileşimlerine yol açması nedeniyle kontrollü kullanım gerektirir ve modern kılavuzlarda dikkatle değerlendirilmesi önerilir. Hafif anksiyete için papatyanın sınırlı biçimde fayda sağladığına dair çalışmalar vardır, valerian ise uyku sorunlarında ve sakinleştirici etki açısından zayıf–orta düzeyde bir etki göstermiştir.

Solunum yolu semptomlarında pelargonium ekstraktı bazı klinik çalışmalarda soğuk algınlığına bağlı öksürük ve semptom süresini hafifçe kısaltmıştır. Bal ve limon karışımı özellikle çocuklarda gece öksürüğünü azaltmada ilaçlarla kıyaslanabilir derecede etkili bulunmuştur. Bu etkiler direkt antiviral etkinlikten ziyade semptom kontrolüyle ilişkilidir.

Karaciğer hastalıklarında devedikeni bitkisinden elde edilen silymarin üzerine yapılan araştırmalar, alkolik hepatit veya toksik karaciğer hasarı gibi durumlarda karaciğer enzimlerinde sınırlı bir iyileşme sağlayabildiğini göstermiştir. Ancak klinik sonuçlar açısından etki gücü zayıftır ve modern tedavilerin yerine geçmez; sadece destekleyici bir ajan olarak değerlendirilebilir.

Kas ve eklem hastalıkları arasında osteoartrit (kireçlenme) için yapılan çalışmalarda zencefil ve curcumin içeren preparatlar ağrı üzerinde hafif bir azalma sağlayabilmiştir. Bu bitkisel ürünlerin etkisi nonsteroid antiinflamatuar ilaçlara kıyasla daha zayıf olsa da plasebodan anlamlı derecede üstün bulunmuştur. Curcumin çalışmalarında ürün standardizasyonunun büyük bir sorun olduğu da ayrıca dikkat çekmektedir.

Tip 2 diyabet konusunda tarçın ve çemen otu gibi bitkiler üzerine yapılan çalışmalar, açlık glukozunda küçük düşüşler sağlayabildiğini, ancak HbA1c gibi uzun dönem göstergelerde belirgin bir fayda oluşturmadığını ortaya koymuştur. Dolayısıyla bu bitkiler diyabet tedavisinde yalnızca destek olarak değerlendirilebilir; ilaç tedavisinin yerine geçmeleri mümkün değildir.

Migren açısından butterbur bitkisi bir dönem güçlü klinik kanıtlarla desteklenmiş olsa da, içeriğinde bulunan toksik pirrolizidin alkaloidleri nedeniyle güvenli preparatların bulunamayışı bu bitkinin modern tıpta kullanımını sonlandırmıştır. Menopoz semptomlarında black cohosh bitkisinin sıcak basmalarını azaltabileceğine dair karışık sonuçlar mevcuttur, ancak bazı karaciğer toksisitesi bildirimleri nedeniyle dikkat gerektirir.

İdrar yolu enfeksiyonlarında kızılcık ürünlerinin özellikle tekrarlayan sistit ataklarının sayısını azaltabileceği birçok meta-analiz tarafından desteklenmiştir. Etkisi güçlü değildir ancak anlamlı bir koruyucu katkı sağlayabilir.

Genel olarak bakıldığında, bilimsel olarak en tutarlı kanıtlara sahip bitkisel tedaviler arasında psyllium (kabızlık), nane yağı (IBS ve dispepsi), zencefil (bulantı), sarı kantaron (hafif depresyon, etkileşim riskine rağmen), cranberry (tekrarlayan sistitte azalma) ve curcumin ile zencefilin osteoartritteki etkileri yer alır. Tüm bu bitkisel tedaviler belirli preparatlar, belirli dozlar ve klinik olarak test edilmiş ekstrakt formlarıyla sınırlıdır. Piyasadaki çoğu ürün bu standardı karşılamadığından, bitkisel tedavilerin etkinliği çoğu zaman öngörülemez hâle gelir.

Sonuç olarak, bitkiler belirli hastalık ve semptomlarda bilimsel olarak ölçülebilir düzeyde fayda sağlayabilse de, bu etkiler genellikle sınırlıdır ve modern tıbbın birincil tedavilerinin yerini tutmaz.

MODERN TIPTA KULLANILAN BİTKİ ORİJİNLİ REÇETELİ İLAÇLAR:

(Newman DJ, Cragg GM. Natural products as sources of new drugs over the last 40 years.
J Nat Prod. 2016;79(3):629–661; Baser,HC. Essential oils and their uses in medicine.
Acta Pharmaceutica Turcica. 2012; Baser,HC and Buchbauer, G, Handbook of Essential Oils: Science, Technology, and Applications. CRC Press,. 2020.)

Günümüzde hâlâ yaygın olarak kullanılan bitki orijinli reçeteli ilaçlar, modern ilaç endüstrisinin temel taşlarıdır. Aşağıda, etkin maddesi tamamen bitkiden elde edilen veya bitkisel kaynaklı olup yarı-sentetik olarak geliştirilmiş başlıca reçeteli ilaçlara çrnekler aşağıda gösterilmiştir.

KALP VE DAMAR İLAÇLARI

Digoksin, Digitoksin — Digitalis lanata / purpurea: Kalp yetmezliği, AF.

Atropin — Atropa belladonna: Bradikardi, organofosfat zehirlenmesi, göz muayenesi.

Skopolamin (Hiyosin) — Hyoscyamus niger, Datura stramonium: IV sedasyon, kusma kontrolü, deniz tutması.

Veratrin alkaloidleri (Eskiden anti-hipertansif; bugün kullanılmıyor): Toksisite nedeniyle terk edildi.

PSİKİYATRİ – NÖROLOJİ

Fizostigmin — Physostigma venenosum: Antikolinerjik toksisite, atropin aşırı dozu.

Galantamin — Galanthus spp.: Alzheimer.

 Nikotin (nikotin replasman tedavileri – farmakolojik olarak alkaloid)

ANALJEZİKLER – AĞRI KESİCİLER

Morfin, Kodein, Tebain, Papaverin, Noskapin — Papaver somniferum: Ağrı kontrolü, kas gevşetici, öksürük.

Kapsaisin — Capsicum spp.: Topikal nöropatik ağrı.

 Salisin ,Aspirin (sentetik türev), Salix alba: Anti-inflamatuar, analjezik.

ONKOLOJİ (KANSER)

Vinka alkaloidleri — Catharanthus roseus, Vinblastin, Vincristin, Vinorelbin, Vindesin:
Lösemi, lenfoma, akciğer CA.

Taksol grubu — Taxus brevifolia, Taxus baccata, Paklitaksel, Dosetaksel (yarı sentetik)

Kamptotesin türevleri — Camptotheca acuminata,  Irinotekan, Topotekan

Podofillotoksin türevleri — Podophyllum peltatum

Etoposid, Tenipozid

Homositatin türevleri (Histon deasetilaz inhibitörleri)

ENFEKSİYON – PARAZİTER HASTALIKLAR

Artemisinin ve türevleri (Artesunat, Artemeter) — Artemisia annua: Sıtma.

Kinin, Cinchona officinalis: Sıtma

Emodin (bitkisel antrakinonlar, müshil ajanı)

SOLUNUM – BRONKODİLATÖRLER

Efedrin — Ephedra sinica: Astım, nazal dekonjestan.

Teofilin (ksantin türevleri kahve/çaydan türemiştir; modern ilaç sentetik): Astım, KOAH.

ANTİKOAGÜLANLAR – ANTİPLATELETİKLER

Kumarin türevleri — Melilotus officinalis, Warfarin’in köken kimyasalı bitkiseldir.

Salisilik asit türevleri,

Aspirin’in köken maddesi Salix alba.

ANTİMİTOTİKLER / DİĞER SPESİFİK ALKALOİDLER

Kolşisin — Colchicum autumnale:Gut, FMF.

Atropin benzeri tropan alkaloidleri, Datura, Brugmansia, Hyoscyamus: (premedikasyon, mydriasis, antidot)

GASTROENTEROLOJİ

Sennosid A–B — Cassia angustifolia: Laksatif.

Psyllium (Plantago ovata): Lif bazlı müshil (tıbbi ürün olarak).

Boldin — Peumus boldus: Safra kesesi spasmodik ağrı (sınırlı klinik kullanım).